Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım bana; “TÜBİTAK tüm kitaplarını çevrimiçi yayınlıyormuş, TÜBİTAK’ın ne kitabı var?” diye sorduğunda, ona kitaplığımdan 18 yıl önce okuduğum “Tüfek, Mikrop ve Çelik’i uzattım” Gayri ihtiyari ve anlık gelişen bu olayın ardından adını verdiğim kitap sehpamın üzerinde günlerce süründü. Dünya halklarının covid-19 ile savaştığı günümüzde tekrar ele alınması gerektiğini anlamam birkaç gün sürdü. Kitabın yazarı Jared Diamond, insanlık tarihinin 13.000 yıllık başlangıcından günümüze tarihin seyrini değiştiren üç unsuru bilimsel bir tarzda ele alıyor. Tüfek ve Çelik şu an gündemimizde değil o nedenle vakit kaybetmeden ‘Mikrop’ ile ilgili en can alıcı kısma göz atmakta fayda var. Diamond, belirli bir gelişmişliğe ulaşabilmek için en önemli faktörün ‘gıda, besin’ olduğunun altını çiziyor. Yeni Gine ve Avustralya yerlilerinin ilkel kalmış olmalarını sınırlı yiyecek ve popülasyon ilişkisine bağlıyor. Bu adı geçen bölgelerde iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar meyve ve bitki çeşitliliği söz konusu ve bunları yenebilir hale getirmek oldukça zahmetli ve külfetli. Bunun tersi olarak da 16. Yüzyıla kadar doğu ekseninin daha (Bereketli Hilal, Çin) ileride olmasını zengin iklim ve yiyecek çeşitliliğine bağlıyor.
Gelelim Jared Diamond’un ‘Salgın Hastalık’ teorisine. Diamond, Evcilleştirilen vahşi bitki ve hayvan türlerinin tarihteki salgın hastalıkların temel sebebi olduğunu iddia ediyor. Bu kendisine göre salgın hastalıkların iki temel sebebinden biri. Ötekisi ise yerleşik ve çok katmanlı kalabalık toplumlar diye özetliyor. Bu arada TÜBİTAK yayınlarını çevrimiçi olarak okumak isteyenler için bağlantıyı paylaşıp kitaba biraz ara verip buraya kadar ki kısımları ve bundan sonra olacaklara kafa yoralım.
https://services.tubitak.gov.tr/edergi/user/index.jsp
Diamond, özetle şunu söylüyor; eğer bir kabile iseniz ve topluluğunuzu geliştirmek istiyorsanız gıda çeşitliliğine sahip olmanız lazım. Protein başta olmak üzere zengin bir sofraya oturmanız şart. Yoksa bir kavim veya devlet olamazsınız. Bunu sağlayabilmek için de doğada vahşi formda olan kaynakları evcilleştirerek rekolteyi arttırmanız gerekli. Burada aklıma yüzyıllardır pancardan elde edilen şekerin yılda üç kez hasat edilebildiği için mısırdan elde edilmesi geldi. Pancar yılda bir kez hasat ediliyor ve aynı toprağa ikinci sene ekilemiyor. Ben çocukken yediğimiz mısırlar bu kadar tatlı değildi. Sonradan, Pepsi için çalışırken öğrendik ki, genetiğini geliştirmişler. Evde tavuk pişirmek için düdüklü tencere şarttı mesela, şimdi Temmuz’da Antalya’daki bir marketten tavuk alıp asfalta koysanız pişecek neredeyse. Bunu da kuş gribi sırasında CP’ye danışmanlık verirken öğrendik ki, hibritleme yöntemi ile eti kolay pişen türler elde ediyorlarmış. Ama 40 günde kesilecek kıvama gelen bu canlıların dişileri yumurta vermiyor mesela. Yumurta verenler ayrı bir tür, mutant gibi bir şey kesmezsen ölüyorlar falan. Geviş getirdikleri için yavaş beslenen inekler daha fazla süt verebilsinler diye döşlerine kapak yapıp öğütülmüş otların direkt midelerine gönderildiği görüntüleri youtube’da herkes izlemiştir sanırım. Bu paylaştığım örneklerin sayısını arttırmak mümkün her bir sektörde milyarlarca insanı besleyebilmek için doğaya ve doğala müdahale ile dolu yüzlerce örnek var. En basitinden artık 12 ay boyunca domates yiyebiliyoruz hepsi aynı boyda ve şekilde.
Benim tavuktan, mısırdan bahsettiğim yıllarda dünya nüfusu 4,8 milyar imiş. Şu anda 7,5 milyar insan aynı gezegeni paylaşıyoruz. Peki yüzde elliden fazla artan bu nüfus nerede yaşıyoruz. Araba ile önünden geçerken “eskiden buralar karpuz tarlasıydı, zeytinlikti, patates tarlasıydı” dediğimiz yerler var ya, işte oralarda yaşıyoruz. Yani doğal yaşam alanlarını tarımsal arazileri medeniyetimize katıyoruz, bunu yaparak o bölgelerdeki yabani ve vahşi türlerle temas kuruyoruz. Karpuzun, patatesin, mısırın, domatesin genetiği ile oynayarak daha kısıtlı alanlarda daha fazla ürün yetiştiriyoruz yoksa nüfusun yüzde elliden fazla artıp tarımsal arazilerin yüzde elliden fazla azaldığı bir denklemde insanların tok yatabilmesinin başka bir açıklaması yok. Ancak hesaba katmadığımız şey bu kadar insanı doyurabilmek için gelişimlerine, genetiklerine, suni olarak iklimlerine müdahale ettiğimiz besin kaynakları yabani ve vahşi türler ile karşılaştıklarında temas ettiklerinde ortaya salgın hastalıklar çıkıyor. Tarih dersinde okuduğumuz gibi olmuyor artık, veba sadece Avrupa’yı vurmuştu çünkü uçak yoktu, transatlantik yoktu, Ro-Ro yoktu. At arabası ile nereye gidebilirdin. Bugün adını bile duymadığımız yerlerde başlayan bir hastalık 15 gün sonra 10 bin km uzaktaki İtalya’da başladığı yerdekinden daha fazla can alabiliyor. Çünkü bırakın uçağı enseyi karartsanız Wuhan’dan Roma’ya üç şoför ve bir otomobil ile dört günde hiçbir hastalık belirtisi göstermeden gidebiliriz.
Bugün herkes korona denen hastalığı kontrol altına almanın, aşısını geliştirmenin, ilacını bulmanın derdinde. Elbette bulunacaktır ama sonraki salgının daha bulaşıcı olmadığını kim bilebilir? G7, G20 ya da başka organizasyonların bu salgınların yaşanmaması için toplanmaları için daha ne olması gerekiyor ki? 7,5 milyar insan iken bunları düşünmezsek 15 milyar olduğumuzda düşünmenin bir faydası olamayacak.
Medyanın Korona ile İmtihanı ve Fikri Takip!
Bir vatandaş olarak TV dışındaki içerik sağlayıcılarından bilgi edinerek bilgi ihtiyacımı sağlamaya çalışıyorum. Çok uzun zamandır TV izlemiyorum çünkü bu okuduklarım gerçek mi diye TV izledim. Gözlemlerim şöyle; şimdi önce önünde Prof. Dr. Unvanı olan bir büyüğümüz çıktı canlı yayına dedi ki; efendim bu salgın Mayıs ayında kesin bitecek! Niye çünkü elimizde kanıt var bu virüs 26 derecenin üzerinde ultra viyole ışınları tarafından yok ediliyor. Daha mürekkebi kurumadan yalanladılar, yalanlayanlar da yalanlanan da Profesör. Sonra bu sefer halk dili ile konuşan bir Doç. Dr. Çıkardılar ekrana o da dedi ki pet suya şu kadar tuz döküp burnunuza çekin. Niye; efendim çünkü klor virüsü öldürüyormuş. Onu da başka bir Profesör yalanladı yapmayın zararlı dedi üstelik. Sonra başka bir ekran severlerin aşina olduğu hekimimiz çıktı ve aynı tavsiyesini tekrarladı; paça çorbası için bol sarımsak koymayı da ihmal etmeyin. Onu kimse yalanlamadı sanırım pek kale alınmıyor meslektaşları tarafından. Biri çıkıyor ekrana oranızı buranızı sirke ile ovun diyor ertesi gün ülkede şarap yapmak için yetiştirilen üzümleri sirke yapıyorlar çünkü marketlerde sirke yok. Oysa ben salataya koymak için yarım litre alacaktım. Olsun yine de yok, sonra bir korona uzmanı çıkıyor ekrana diyor ki virüs bu sirke bir şey yapmaz. Yani ben olsam birisi tuzlu su açıklamasını yalanladı mı hemen bir dakika der ötekini de bağlarım yayına. Sen böyle dediydin bak bu hocamız seni yalanlıyor ne diyeceksin diye sorarım. Halk olarak eve hapis olduk, biri öyle diyor ötekisi böyle diyor, bizim apartmanın adını Kemal Kükrer yapacaklar yakında. Özetle özellikle böyle doğal afet, salgın durumlarında fikri takip önemli.